
Dadaizm öldü, yaşasın dadaizm!
Lise yılları herşeyi erteleme yıllarıydı benim için, bir üniversiteyi kazanayım herşeyi o zaman yaparımcılık hakimdi bünyemde. Çok ders çalışmalıydım ve kurtulmalıydım yaşadığım küçük şehirden. Öylesine bir yere de gitmemeliydim, büyük bir şehir ve iyi bi üniversite olmalıydı ki beslenebilmeliydim sosyal çevremden ve mekandan. Her ne kadar böyle düşünsem de hiç yeteneğim olmayan bir çok alanda ufak tefek etkinliklere katıldım lisede dayanamayıp. Bunlardan ilki gitardı, bilirsiniz lisede gitar kılıfındaki gitarı sırtınıza alıp okula gitmenin tadı bile bi başkadır, herkes size bakar, (yada siz öyle sanarsınız). Tam olarak bu amaçla başladı gitar hevesim çok yakın arkadaşımla başladık kursa, hocamız güzel sanatlar lisesi mezunu 22 yaşında biriydi. Ergen kafayla ben onu Santana falan sanıyordum ama şimdi düşününce aslında gayet vasatmış. J Barış Manço’nun ölüm yıldönümünde Barış Şarkıları isimli bir konser vericez herkes en az bir şarkı çalmayı öğrenmek zorunda dedi hoca birgün, üstüne bir de şarkı söyleyecektik. 2 ay okul çıkışı gitar kursu sonra dershane sonra eve git ders çalış, yarım saatlik dinlenme izninde gitar çalış şeklinde bir marathon başladı. O kadar yeteneksizdim ki hiç bi zaman aynı anda iki tele basmamayı beceremedim. Sonra o korkunç gün geldi çattı, aslında bizim için korkunç değildi, her birimiz kendimizi bir gitar üstadı sanıyorduk ve sesimiz çok güzeldi, korkunçluk izleyiciler tarafında had safhadaydı. Gitare çalan ben aynı zamanda hava ayaz mı ayaz diye avaz avaz şarkı söylüyordum ki, beni her daim pamuk gören annem bile kulaklarını ara ara tıkadı başı tutmasın diye. O gece herşey benim açımdan çok güzel gidiyordu ama, halk eğitim merkezi salonunda yaklaşık 100 kişiye konser vermiştik, daha lise 1‘deydim ve çok havalıydım. J Ancak, herşey birden flulaştı o manzarayı görünce, selam vermek için gitarımı soyunma odasında bırakıp çıkmıştım, o sırada biri sanırım yanlışlıkla gitarımın üstüne oturmuş ve gitarımın sapı kırıldı,ki ben o gitarı üniversitedeki abime yalvararak Zuhal Müzik’ten binbir zorlukla aldırmıştım. İşte tam o görüntüyü gördüğüm an müzik hayatım sonlandı ve gitara küstüm. J Yoksa beceriksiz olduğumdan falan bırakmadım.
Bu olaydan sonra dedim ki madem müziğe küstüm o zaman başka bir alana yöneldim, o da oyunculuk(?)tu. Okul tiyatrosunda bir oyun oynanacaktı. Ben de seçmelerine girdim ve asi/manyak baldız Zeynep rolünü kaptım. Okulumuz gayet ve hatta aşırı milliyetçi bi okuldu ve tabiatıyla oyun da bir o kadar milliyetçi duygularla bezenmiş bir oyundu. Doğuda görev yapan, görev aşkıyla yanan bir öğretmenin, havai, zıp zıp, meşhur olma hayalleri olan ve eniştesinin görev aşkını anlayamayan asi baldızıydım. Oyun sonunda da teröristler tarafından öldürülen eniştemin ardından doğru(!) yolu buluyordum. Oyunu bir çok defa oynadık, şehrin protokolüne oynadığımızda vali bize sarılarak ağladı falan, işte o zaman muhteşem bir oyuncu olduğumu anladım. Vee bir sonraki sene oynanacak oyunda rol kapmaya heveslendiğimde ailem hooop, orada dur, sınava çalış dedi ve bu aşkda hüsranla bitti.
Çok çalışmalıydım ve istediğim üniversiteyi kazanıp yarım kalan aşklara devam etmeliydim. Çok çalıştım, aslında çok değil de bayaa çalıştım diyelim. İstediğim üniversitelerden birini kazandım, Ankara’ya geldim. Okuduğum üniversitenin oyuncularına mı katılsam, müzik topluluğuna mı devam etsem, dans mı etsem derken 2 yıl geçti bişey yapmadan. Sonra anladım ki beni engelleyen ailem değil bizzat bendim! O sırada kendimi Avrupa alanında bir öğrenci STK’sında buldum, sonra bu derneğin ve topluluğun yürütme kurulunda yer aldım, bir çok projesinde yer aldım, yurtdışına gittim geldim, bu topluluk sayesinde ABD’de Geleceğin Liderleri isimli bi proje için 1 aylık bir burs kazandım. Uluslaraarası ilişkilere merak saldım,çok okudum, gezdim, proje yaptım, bir çok insanla tanıştım, bu sayede iş buldum derken okul bitti. Ama sanki bir şeyler eksikti ,evet ilgimin olduğu uluslararası ilişkiler konusunda(ki benim alanım değildi ben öğretmenlik okuyordum) 4 sene aktif olarak çalıştım STK’larda ama tam olarak tatmin olmamıştım. Doymamıştım. Okul bittikten sonra hemen çalışmaya başladım yine büyük bir STK’da bu defa profesyonel olarak. Okulu bitiren ve ardından işe giren hemen hemen her genç gibi ilk senem, hayat böyle mi geçecek, kendime ayıracak vakti nasıl bulucam, neden çalışmam gerek, bu böyle nasıl geçecek sorularına cevap aradım, tabii bulamadım, kabüllendim. Cevap arama ve kabüllenme tam 2 sene sürdü, çalışmak dışında hiç bişey yapmamıştım ve hayatım çok mantıklı kalıplar içinde şekilleniyordu. Okulumu bitirmeden mezun oldum, öğrenciyken aynı zamanda aktiftim, sevgilim vardı,çalışıyordum,bir yandan yüksek lisans yapıyordum kendi alanımda ve ailemden uzakta kendi ayaklarım üzerinde durmuştum. Ama bu mantıklılık ve STK’ların içerisinde dönen amacın dışındaki eylemler, kendi alanımda çalışmak ve okumak istemediğimi anlamam beni yine sorgulamaya yöneltti. Bu sorgulamaya neden olan en önemli şey ise sevgilimden ayrılmamdı, çünkü mantık silsilesinin bir ve o zaman için en büyük parçası eksilmişti, her şey belirsizdi, ve ben yağmur öncesi esen rüzgarda havalanan boş bi poşet gibi oradan oraya uçuyordum ama bir yere tutunamıyordum. Sonrası yine mutsuzluk, depresyon, sorgulama, eksik parçayı bulmaya çalışma ama en doğrusu birşeyleri değiştirmeye karar verme.Değiştimeye işimden başladım, çalıştığım yerde mutsuzdum ve artık ayaklarım geri geri gitmeye başlamıştı. O sırada kriz patlamıştı ve herkes bana deli gözüyle bakıyordu iş değiştirme kararımı söyleyince. Ankara’da aradığım alanda da iş bulmak oldukça zordu ama kararımı vermiştim bir kere. Mezun olduğumda girmeyi çok istediğim bir şirket vardı, o zaman şirket el değiştirdiği için başvurum dondurulmuştu. O şirket yine ilana çıkmıştı ve daha önceki pozisyondan daha iyi bir pozisyon için eleman arıyorlardı ve özellikler bana uygundu. Başvurdum, 3 farklı mülakattan sonra kabül edildim, aileme iş değiştirme kararımı söylememiştim, istemezlerdi böyle kritik zamanda iş değiştirmemi ve işsiz kalma gibi bi lüksüm de yoktu. Çalıştığım STK yöneticileri de işten ayrılacağımı tahmin etmiyorlardı. 1 gün içinde karar verdim, istifamı verdim, şirketle sözleşme imzaladıktan sonra aileme haber verdim. Çok rahatlamıştım, işim güzeldi, 1 sene kadar çalıştım ve hala çalışıyorum, gayet aktif, bol seyehatli ve insanlarla iletişim gerektiren bir iş tanımım var, aslında bu tanım ara ara var. Çoğu zaman bu tanımın dışında işler yapıyoruz. Neyse bu konuya dalmak istemiyorum. J İşimi değiştirir değiştirmez ev arkadaşlarımı ve evimi de değiştirdim. Aslında diğer işimde çalıştığım süre boyunca 1 dönem yurtta ve 3 farklı evde yaşamıştım, bu en çok yaptığım değişiklikti ama yeni bir iş, yeni bir ev ve battı balık yan gider mantığı ile bir kez daha evimi değiştirdim bu sefer ev arkadaşlarımı da. Uzun zamandır tanıdığım, çok sevdiğim, aynı yaşam tarzlarına sahip olduğumuz bir arkadaşımla aynı eve çıktık. Çok iyi anlaşıyorduk. O bi gün geldi ve ben yurtdışına gidiyorum 6 aylığına bir değişim programı için, işi de bırakıyorum dedi. Onun adına çok sevinmiştim çünkü çok istedği bir şeydi ve işte risk buydu! Ama bu benimiçin bir krizdi çünkü yeni iş değiştirmiştimişime alışma döneminde bir de yeni bir ev arkadaşı bulup ona alışmalıydım. Hepsini yaptım, buldum ve alıştım. Şimdi o da döndü yurtdışından üçümüz mutlu bir hayat sürüyoruz. J
Evet bir çok şey değişmişti hayatımda iş, ev, arkadaş çeevrem ama hala bişeyler eksikti, hayat yalnızca işten ibaret olmamalıydı, alışma dönemini de atlatmıştım. Arkadaşlarıma hep bişeylerle ilgilenmek istiyorum derdim ve onlarda her birlikte eğlendikleri insana dedikleri gibi oyunculukla ilgilenmelisin çok eğlencelisin derlerdi. Oyunculuk çook eski aşklarımdan biriydi ama hiç ilgilenmemiştim üniversitede, yalnızca üniversitemin tiyatro şenliklerini kaçırmazdım bir de ara ara DT oyunlarına giderdim.
Yine birgün çook yakın arkadaşıma bu böyle gitmemeli farklı alanlarda bişeyler yapmalıyım amatör de olsa diyince apar topar oturduğumuz bardan kaldırdı beni, daha önce çok yakın arkadaşından ismini duyduğu Filmstar Atölye*’sine resmen sürükleyerek götürdü beni. Saat oldukça geçti ama hocam ve asistanı bizi çok sıcak karşıladılar. Ben sıkılgan bi biçimde ben daha önce hiç ilgilenmedim lise dışında oyunculuklar nasıl olur bilmem ki diye gevelerken, hocam işte burası senin gibiler için var dedi. Ani bir kararla kaydımı yaptırdım geceyarısı bu atölyeye ve hemen ertesi gün derslere başladım ve aslında hayatımda gerçekten ilgi duyduğum, zevk aldığım ve az çok yeteneğimin olduğu bi alana adım attım. Bu bireğitimden öte kendimi tanıma yolculuğu idi ve kendimi tanıdıkça kızdım,utandım, şaşırdım, sevdim ve kabüllendim. Ara ara hala kavga ediyoruz ama sonra hemen barışıyoruz artık kendisiyle...
“Büyüyünce Dadaist Olucam” blog fikri de aslında tam olarak Filmstar’dan sonra şekillendi kafamda, Filmstar’la birlikte daha çok oyun ve film izlemeye başladım, artık az çok oyunculukları kavrayabiliyordum. Bir sürü oyun okudum ve okuyorum. Tiradlar ezberliyorum. Daha önce hiç yapmadığım şeyler bunlar ve en önemlisi kendimle yüzleşiyorum.. Okuduklarımı, izlediklerimi, oyunları, yaptıklarımı elimden geldiğince paylaşmalıydım, arkadaşlarımın ve hatta hiç tanımadığım insanların okudukları yada izledikleri oyunlar ile ilgili yorumlarını da öğrenmeliydim. Bu da en iyi bir blogla sağlanabilirdi. Bu bloga bir isim bulmalıydım, bu da çok zor olmadı. Dün gece hocam bana sahneye çık ve saçmala dedi, toplumu, normları, tabuları ve mantığı unut sadece saçmala dedi. Ben normal hayatta çoğu zamanımı saçmalayarak geçiren insan sahneye geçince saçmalayamadım. Utandığımdan yada insanlar ne der diye düşündüğümden değil, özellikle kursta hiç öyle kaygılarım yoktur. Hocam bana uzuuuun bir zaman verdi saçmalayabilmem için ama ben saçmalayamadım. Çünkü nasıl saçmalayacağım diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Mantıklı düşünmemeyi beceremiyordum. Hayatımda ilk defa saçmalayamadığım için çok üzüldüm. Acaba benim hayal gücüm yeterince geniş değil mi diye yakındım hocama, o da bana, mantığında kurtulduğun ve kendine izin verdiğin zaman saçmalayacaksın üzülme dedi. Aslında bu bile çok saçma değil mi? J Saçmalayamamamın verdiği hayal kırıklığı ile eve döndüm. Arkadaşlarım hayrola niye moralin bozuk diye sordular ve ben gayet sakin ben saçmalayamıyorum dedim, onlar da saçmalama diyip gülmeye başladılar. Odama gittim üzgün bi biçimde uyudum. Sabah işte internette gezinirken dadacılık diye bir kavramla karşılaştım. Dada, yeni öğrendiğim bir kelimeydi, hatta bugün (22.04.2010) öğrendim tam anlamını, az çok sürrealismle ilintili bir terim olduğunu biliyordum ama tam olarak anlamını bilmiyordum. Peki beni etkileyen neydi Dada yada Dadaism kelimesinde? Beni etkileyen kelimenin söyleniş biçimi ve anlamıydı. Çünkü ikisi de çok saçmaydı ve tam olarak benim dün yapamadığım şeyi açıklıyordu.
Bu ilk bulduğum tanım http://www.turkceciler.com/Terimler/tiyatro_terimleri_d.html sitesinde;
· Dadacılık:XX.yüzyıl başlarında, Tristan Tzara ve Richard Hülsenbeck'in yayımladıkları bildiriye (1916) başlamış ve yedi yıl kadar sürmüş olan, dil ve estetik kurallarını,bunların denetlemesini, mantık dizgesini tanımamış ve sözcük anlamlarına değer vermemiş bir akım. Alabildiğine bağımsız çağrışımlarla ilkel ve doğrudan anlatım biçimi arayan bir sanat çığırıdır.bebeklerin ''dah dah'' seslerinden '' dada''yı üretmişlerdir. Bunlarda değer tanımazlıkta birlikte bir başkaldırı da vardır (bkz.Gerçeküstücü tiyatro)
Ekşi sözlükten dadaismle ilgili bir kaç tanım;
· önemli olan nasıl anlattığın değil anlattığındır
hiçbir kalıbla bağdaşmamandır...
kimin dinleyip kimin dinlemeyeceği de umrunda değildir..
mühim olan anlatmak...
(daphne, 22.06.2001 14:54)
· Kabul edilegelmiş düzen ve akıl mantık sınırları içinde yaşamanın bir şekilde terk edilmesi gerektiğini, böylelikle bu güne kadar fark edilmemiş birtakım gerçeklere ulaşılabileceğini savunmuş bir akımdır. eserleri de bu anarşist doğrultuda verilmiştir, genelde bakanı rahatsız eden grafik ve heykellerdir; örnek: altı çivilerle kaplı bir ütü, hayvan postu ile kaplanmış çorba kasesi ve kaşık, sanatçının nefesini içeren bir balon gibi. bazen de eylem şeklindedir (bkz: happening), sergiden sonra sergilenmiş bütün eserlerin topluca imha edilmesi gibi.
(anna maria david, 27.12.2002 09:07 ~ 09:09)
· başlıbaşına tepkidir. yapılan sanata karşı bir eylem, karşı sanattır.sanata yine sanat yaparak karşılık verir. her ne kadar sanat olarak anılsa da dadaizmde yapılanlar anlamsız abuk şeylerdir çoğu zaman.hasta ruhlu bir insanın hiç zorlanmadan yapabileceği şeylerdir bunlar. dadaizmde esnetik değermiş, bir şey anlatma kaygısıymış filan böyle değerler yoktur,sadece tepki vardır.
(nrd, 18.12.2007 00:10 ~ 03.01.2008 15:29)
Bunlarda Vikipedi’deki Dadaism tanımları;
· Dadaizm
Dada, Dadaizm veya Dadacılık I. Dünya Savaşı yıllarında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean Arp, Richardo Hülüsenbecktrapovlack, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı kafede toplandı. Dada bildirisi de burada açıklandı.
Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe Karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini,pisliğini,iğrençliğini,berbatlığını,rezaletliğini vurguluyorlardı.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çakarak din ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupault, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı dö Litterature'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe (sürrealizm) yöneldi.
Neden Dada?
Dadaizm akımının yaratıcıları akımın ismini koymakta sözlükten yararlanmışlardır. Rastgele bir sayfa açan ve fransızca çocuk dilinde tahta at anlamına gelen bu kelimeyle karşılaşan sanatçılar da akıma Dadaizm, Dadacılık adını vermişlerdir. Akımları edebiyatımızla karşılaştırıldığında Cumhuriyet Sonrası Edebiyat Döneminde ortaya çıkan 'Garip' topluluğuyla normları tanımamak, tabuları yıkmak gibi benzerlikler göstermektetir.
http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/dersbelgeligi/desenyazilari/1sayi/adil.html bu linkten kısa tarihine ulaşabilirsiniz Dadaizmin!
Yukarıda da gördüğünüz gibi Dadaist olmak saçmalamayı gerektirmekte, bir çok kaynak bu akımın saçma sapan bir akım olduğu söylemektedir ki aslında bu da akımın kendi savını güçlendirmektedir. E ben de saçmalayamadığıma ve deli gibi saçmalamak istediğime göre Dadaist olmak istemekteydim ama bu ancak büyüyünce olacaktı, bu sebeple blogumun adı “Büyüyünce Dadaist Olucam” oldu. Çok saçma değil mi? J
İşte bu blogun hikayesi de budur. Bu hikayeyi Big Bang’den aldım ama merak etmeyin bundan sonra yazdıklarım daha kısa ve anlaşılır olacak. Dadaism’i keşfettikçe sizinle paylaşacğım aynı zamanda ve yukarıda bahsettiğim herşey olacak bu blogda, izlediğim oyunlar, izlemek istediklerim, filmler, özellikle Ankara’daki etkinlikler falan filan...
Şunu belirtmek isterim, sanatla mesafeli birilişkim vardır ve kendimi kesinlikle herhangi bir oyunu yada filmi eleştirme yetisinde görmüyorum, belki büyüyünce bu yetiyi de kazanırım. Burada yazdığım ve yer verdiğim tüm yorumlar oldukça özneldir ve az çok bişeyleri takip eden normal insan statüsünde yazılmaktadır. Burada yazılanları ciddiye almak yada almamak tamamen sizin tercihinizdir. Yoksa benim ciddiye alınmak gibi bir iddiam yoktur. Her hakkı saklı falan da değildir. J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder